Bizler, gökyüzüne bakarken sırf yıldızları görebiliyor olsak da göremediklerimiz, gördüklerimizden çok daha fazlasını anlatıyor.
Baktığımızda göremediği bu hoşlukları ise biz de uyduların çektikleri fotoğraflar sayesinde görebiliyoruz. Pekala bu uydular, uzayın derinliklerini nasıl fotoğraflayabiliyor?
Evren, bu kadar karanlık köşelere sahipken, nasıl oluyor da bir uydu, elimize tonla fotoğraf verebiliyor? Yanıtını veriyoruz!
Uydular, yalnızca Dünya’yı değil; yıldızları, galaksileri ve kainatı de gözlemliyor.
Bu çekim süreci ise sanıldığından çok daha karmaşık bir süreci kapsıyor. Öncelikle uyduların, uzaydaki vazifelerinin bulundukları yörüngeye göre değişiklik gösterdiğini bilmemiz gerek.
Dünya yüzeyine yakın Alçak Dünya yörüngesi (LEO), çoklukla hava durumu, tarım ve askeri maksatlı müşahede yapan uydular için kullanılıyor. Jeostatik yörünge (GEO) ise Dünya’nın dönüş süratiyle senkronize hareket ediyor. Böylelikle daima aynı bölgeyi gözlemleme şansı yakalıyor.
Bir de derin uzay yörüngesi var. Bu da uzayın derinliklerini görüntüleyebiliyor.
Her uydu, bulunduğu bölgeye göre özel olarak tasarlanıyor.
Uzaydaki bir uydunun fotoğraf çekmesi, aslında ışıkla yapılan bir bilgi toplama sürecidir. Lakin bu işlem, Dünya’dakinden farklı şartlarda ve çok daha gelişmiş teknolojilerle gerçekleşiyor.
Uydular, uzayı gözlemlemek için devasa optik sistemlere sahip teleskoplar kullanıyor. Bu teleskoplar yalnızca görünür ışığı değil, kızılötesi, morötesi ve x-ışını da kullanıyor. Bu sistemler, ışığı aynalar yardımıyla toplayarak odak noktasına yönlendiriyor.
Toplanan ışık, CCD (Charge-Coupled Device) ya da CMOS gibi sensörlere düşer.
Bu sensörler, gelen ışık parçacıklarını elektrik sinyallerine dönüştürür. Daha sonra bu sinyaller, dijital verilere çevrilerek işlenir. Yani uydular “fotoğraf çekmekten” fazla, ışığı ölçerek görsel data oluşturmuş oluyor.
Uzayda ışık kirliliği olmadığı için çok uzak ve soluk cisimlerin görüntülenmesi de kolaylaşıyor. Sabit bir hedefe de saatlerce odaklanabilen uydular, daha fazla ışık toplayarak daha ayrıntılı görüntü elde edebiliyor.
Bu fotoğraflar, direkt Dünya’ya iletilmiyor.
Öncelikle bu datalar toplanıyor, daha sonra belli zaman aralıklarında dijital bilgiye dönüştürülüyor. Bu datalar, radyo frekanslarıyla Dünya’daki yer istasyonlarına gönderiliyor. İşlenen bilgilerde gürültüler temizlenerek bizim de görebildiğimiz görüntüler ortaya çıkmış oluyor.
Evrenin ne kadar derin ve büyük olduğunu bizlere gösteren fotoğraflar, insanoğlunun bilgiye ulaşabilmesini de büyük oranda kolaylaştırmış teknoloji mucizesidir.